SAKIN KİMSENİN İŞİNE KARIŞMA

SUYUNA SABUNUNA DOKUNMA

Bırak;

Kim ne yaparsa yapsın…

Kim neyi kapışırsa kapışsın…

Kim kimin altında kalırsa kalsın…

Kimin canı çıkarsa çıksın…

Kala kala sana mı kaldı;

El-alemin işine karışmak?

Suyuna sabununa dokunmak…

Neymiş efendim;

Talan ve soygunculuk tavan yapmış…

Göbeği şiş, ensesi kalın olan muktedirler;

Yoksulun ve tüysüz yetimin hakkını çalarmış…

Ve bu yapılan haksızlıklara da;

Göbeklilerin temsilcileri bile bile göz yumarmış…

Neymiş efendim;

Hayat pahalılığı ve enflasyon denilen canavar;

Yoksullara ve dar gelirlilere yaşama şansı tanımazmış…

İçmeye su, yemeye ekmek buldurmazmış…

Ve bütün bunlara karşın;

Suyun başında oturanlar…

Bal çanağını elinde tutanlar…

Kısacası bazı mutlu ve azgın azınlıklar;

Yediği önünde, yemediği arkada cennet bahçesinde yaşar gibi yaşarmış…

Yani bir ebeveyn olarak diyeceğim odur ki;

Sen, sen ol kimsenin işine karışma…

El-alemin işine burnunu filan sokma…

Nene lazım, kimsenin suyuna sabununa dokunmak…

Durup-dururken ağrımaz başımıza ağrılar sokmak…

Üstelik sana ne…

Kala kala sana mı kaldı milletin derdi…

Bırak, kim ne yaparsa yapsın…

Kim, kimin sırtına çıkarsa çıksın…

Kim, kimi boğazlarsa boğazlasın…

Boşuna dememişler ya;

‘Sana dokunmayan yılan bin yaşasın’ diye…

Boşuna söylememişler ya;

‘Her koyun kendi bacağından asılır” diye…

Onun için;

Bırak, seni sokmayan yılan bin yaşasın…

Bırak, her koyun kendi bacağından asılsın…

Günümüzde genellikle böyle nasihat çekiyor ebeveynler dışarı çıkan çocuklarına…

Üniversiteye gönderdiği kızlarına, oğullarına ve torunlarına…

Hem de gideceği gün filan değil…

Aylar ve günler öncesinden nasihat yapmaya başlıyor;

“Aman evladım, sen ‘sen’ ol; sakına sakın kimsenin işine karışma…

Üstüne vazife olmayan işlere burnunu sokma…

Kim, nasıl düşünürse düşünsün, sen elin siyasetine bulaşma…

Yani, durup-dururken, hem kendi başını ve hem de bizim başımızı belaya sokma.” gibi;

Buna benzer nasihat ve önerilir de bulunurlar…

Çocuğu da es-keza dese ki;

“Ama anneciğim veya babacığım, birileri gözlerimizin önünde düpedüz soygunculuk ve hırsızlık yaparken, bir genç olarak suskun mu kalmamı istiyorsun” dese…

Sanırım bundan sonraki diyalog şöyle sürüp gider;

“Bırak evladım, Allah onları cezasız bırakmaz, bu dünya da, öteki dünyada da cezasını verir..”

“Verir vermesine de, benim görmediğim cezayı verse ne yazar, vermese ne yazar..”

“Tövbe de evladım tövbe de… O nasıl konuşma öyle…”

Genç başka kapı aralayarak soruyor;

“Peki, biz bu yoksulluğu ve açlığı Allah, bunların cezasını verene kadar hep çekecek miyiz?”

“Sabredeceğiz evladım, şükredeceğiz evladım, alın yazımıza razı olacağız…”

“Nereye kadar?”

“Onu biz bilemeyiz, yüce rabbim bilir evladım..”

Genç alan değiştiriyor;

“Peki, ben bu ülkenin bir genci olarak liseli yıllarımda, üniversiteli yıllarımda ülkemin sorunlarıyla yakından ilgilenmeyeceğim de, ne zaman ilgileneceğim.”

“Eline ekmeğini aldığın zaman..”

“Yani?”

“Kimselerin suyuna-sabununa dokunmazsan, üstüne vazife olmayan işlere karışmazsan, iktidara yakınlık duyarsan, bir işe girer ve bir baltaya sap olursun, ondan sonra ne yapmak istiyorsan isteğini yaparsın.”

“Yani, iktidarın isteği dışında hiçbir şey yapamam…”

“Eee, böyle gelmiş böyle gidiyor evladım… Eski köye yeni icat getirecek halemiz yok ya..” Vs...Vs…

Özetlersek…

Günümüzde bu minval üzerine yolculuk yapıyoruz…

Gençlerimize toplumsal sorumluluk almada yasak koyuyoruz…

Ve ondan sonra da kalkıp;

Cumhuriyet gençlere emanet edilmiş diyoruz…