Bir başka ifadeyle;

Laik eğitim sistemini rafa kaldırıyoruz…

Bütün okulları İmam-Hatipleştiriyoruz…

Arapça ve Farsça eğitimine geri dönüyoruz…

Bundan kelli;

Zinhar mekteplere ‘okul’ denilmemeli..

Öğrencilere talebe…

Öğretmenlere muallim yada molla denilmeli..

Çocuklarınız ilkokula gidiyorsa;

Benim çocuğum Mekatib-i İptidaiye gidiyor diyecekseniz…

Ortaokula gidiyorsa;

Mekatib-i Rüştiyeye devam ediyor diyeceksin…

Eğer liseye gidiyorsa;

Falanca Sultaniye mektebine gidiyor diye övüneceksin…

Üniversiteye devam ediyorsa;

Göğsünü gere gere Darülfünun-ı Şahaneye gidiyor diye böbürleneceksin…

Selamlaşma faslına gelince;

Talebelerle ‘Selamünaleyküm’ diye selamlaşacaksın…

Derslere başlarken, derin bir nefes çekerek;

Bismillahirrahmanirrahim diyerek derse başlayacaksın…

‘Hayırlı Akşamlar’ diye de günü sonlandıracaksın…

Ve bundan kelli;

Okul öncesi öğrencilerin ellerine ‘cüz’ verilmeli..

Bir an önce Elif-be dikte ettirilmeli…

Namaz duaları ezberlettirilmeli..

İlkokuldakilere ‘kuran dersi’ verilip ‘Hatim’ indirtmeli..

Liseliler bir an önce ‘Molla’ düzeyine gelmeli…

Üniversiteyi bitirenlerde Tarikat ve Cemaatlerde görevlendirilmeli…

Laik ve bilimsel eğitim dedikleri de neymiş?

Bu eğitim sistemiyle kim dine-imana gelmiş?

Efendim uzun sözün özü, sizlerin de bildiği gibi;

Bir kazanın içine koyulan kurbağalar yavaş yavaş ısıtılarak alışması gereken sıcaklığa iyice alıştılar…

Yani ateşin altını ne kadar harlarsan harla, artık kaynar kazanın içinden çıkıp kurtulmayı düşünmüyorlar…

Veya da kaynar kazanın içinde iyiden iyiye uykuya daldılar!

Uykuya dalmış olacaklar ki;

Kazanın başındakiler, ateşin altını ne kadar harlarsa-harlasın…

Kaynayan kazanın içerisindekilerin bundan haberi olmuyor…

Kepçeyi elinde tutanlar, kazanı istedikleri gibi karıştırabiliyorlar…

Örneğin aklımıza gelenleri alt-alta sıralayacak olursak;

İnançların farklı olmasına bakılmaksızın ‘Din Derslerini’ zorunlu kıldılar…

Ardından İmam-hatip Okullarını meslek okulu olmaktan çıkardılar…

Bunu da yeterli görmeyip, bütün okulları adeta İmam-Hatip okulu yaptılar…

Buna karşı itiraz edenleri ve karşı çıkanları da ‘dinsiz-imansız’ diye suçladılar…

Bu kadarla kalsa öp de başına koy;

Tarikat, Cemaat ve Diyanetle birlikte kafa-kafaya verip ve ‘Çevreme duyarlıyım’ başlığı adı altında bir ÇEDES programı ortaya koydular…

Ne kadar ‘Sarıklı’ ve ‘Sakallı Molla’ varsa derslere sokmaya başladılar…

Baktılar ki;

Bütün bu olup-bitenlere karşı herhangi bir itiraz yok…

Kaynayan kazanın içinde ‘öğretilmiş çaresizlerin’ sayısı bir hayli çok…

O zaman bir ‘vites’ daha ileri takmalı;

Geriye yönelik ve Medreseye dönük eğitim sistemi yeniden yapılandırılmalı…

Ve ‘Milli Eğitimin’ adını ‘Maarif’ ve ‘Eğitim Programının’ adını ‘Müfredat’ yaparak işe başlamalı…

En önemlisi de şu;

Bizim dışımızdakiler ne düşünürse düşünsün, onları işe karıştırmamalı…

Özetlersek;

Anımsar mısınız bilmem…

Bir zamanlar Tülay Babuşçu isminde bir milletvekilimiz vardı…

Ve ‘cumhuriyet’ ile ilgili düşüncelerini şöyle öne çıkarmıştı;

“Cumhuriyet bir reklam arasıydı, artık bitti” demişti…

Yine 2016 yılında Bülent Arı isimli bir rektör yardımcısı da;

“Okuma oranı arttıkça, beni afakanlar basıyor…

Ben her zaman cahil halka güvendim…

Bu ülkede yani ülkeyi ayakta tutacak olan okumamış, hatta ilkokul ve üniversite okumamış halktır” diyordu…

Ve buna da hiçbir yetkili erkin sesi-soluğu çıkmıyordu…

Sohbetimizi damıtırsak;

Damla damla akar göl olur, sonra da sel olur” diye söylenen bir özdeyişimiz vardı…

Acaba bu sözün pratiğe taşındığı günleri mi yaşıyoruz, ne dersiniz?