422080538 3226360250830962 4570742569896042873 N

Sevgili dostlar,

Değerli canlar,

Bugünkü arşiv sohbetimiz;

Yaz-kış başından beyaz gelinlik duvağını eksik etmeyen Karagöl dağları, yaylaları ve üzerinde bulunan ‘göller’ üzerine olacak…

Karagöl dağları ve üzerinde bulunan yaylalar;

Deniz seviyesinden üç bin metre yüksekliktedir…

En yüksek tepesi ise;

3025 metre yüksekte olan KARATAŞ Tepesi ile onun doğusunda bulunan KIRKLAR Tepesidir…

Jeolojik oluşum sürecinde volkanik lavlar sonucu meydana gelen krater göllerden 3 büyük ve 4’ü orta ve küçük ölçeklidir…

Dağ ve yaylalar üzerindeki dağılımı ise şöyledir;

Göllerin en büyüğünden birisi KIRKLAR Tepesinde bulunan KURBAN Gölüdür…

(Kırklar tepesinin eteğinde Kurban Gölünün ekseninde bulunan dere ve derecikler birleşe birleşe PAZARSUYU Irmağını meydana getirmektedir.)

İkinci büyük göl ise;

KARATAŞ Tepesinin eteğinde bulunan AYGIR Gölüdür…

Üçüncü büyük göl;

KURBAN Gölünün 1,5 Kilometre uzağında bulunan SAĞRAK Gölüdür…

(Bu gölün ve Aksu Köyünün ekseninde bulunan küçük su kaynakları da yol-boyu büyüyerek, Aksu deresini meydana getirip, Amazon Kraliçelerinden OTRER ile ANTİOP Kraliçenin ‘Kraliçelik’ yaptığı Giresun Adası (ARİTYAS) karşısında ‘Aksu Ağzı’ denilen yerden denize dökülmektedir.)

Diğer küçük ve orta ölçekli göller ise;

CAMLI Göl, BAĞIRSAK Gölü ve KAZAN Gölüdür…

Karadeniz Rumcasında bu yaylaların adı ‘PARYADRES’ olup ve yörenin tamamına KARAGÖL denmesi ise krater göllerinin çok derin olması ve dibinin karanlık görünmesinden kaynaklanmaktadır…

Bir tarafında YAVUZKEMAL Belde yerleşkesi…

Bir tarafında BEKTAŞ Yaylası yerleşkesi olan Karagöl Dağları ve Yaylaları oksijeni bol temiz bir havaya sahip olduğu gibi, yer-örtüsünün üzerindeyse birbirinden güzel rengarenk çiçekler açmaktadır…

Başta SAĞRAK Gölü olmak üzere;

Geçmişte bu göllerin suyundan bir yudum su içmenin her derde ‘deva’ olduğuna inanılmaktadır…

Ve ‘inanılmaktadır’ demişken, şunu da unutmadan hemen belirtelim;

Geçmişte bu yörede daha çok Alevi ve Bektaşi kesimi ikamet etmektedir…

İnanç ritüellerinin başında da;

Üçler, beşler, yediler ve kırklar inancı başta gelmektedir…

Ve Aleviler geçmişte buralara bilerek mi gelip yerleştiler?

Yoksa ilahi bir tesadüf müdür bilinmez;

Sohbetini yaptığımız bu KARAGÖL Yerleşkesinde alevi inançlarıyla üst-üste örtüşen fiziki oluşumlar ve bu oluşumlara vereler isimler var…

Örneğin ‘üçler’ konusunda Aksu Deresi;

SAĞRAK gölü yöresinden yola çıkıyor…

AKSU Vadisi üzerinden yol alıyor…

AKSU Ağzı denilen yerde denize dökülerek ‘üçü’ tamamlıyor…

‘Beşler’ konusunda;

Karagöl Dağları üzerinde ‘beş’ tane önemli tepe bulunuyor…

‘Yediler’ konusuna gelince;

Biraz önce de bahsettiğimiz gibi Karagöl Yaylası üzerinde ‘yedi’ göl bulunuyor…

Beş tepeden birisinin adına da; ‘Kırklar Tepesi’ deniliyor…

(Ki, geçmişte daha yakın zamana kadar buruda ‘Hıdırellez Şenlikleri de yapılırdı.)

‘Hıdrellez Şenlikleri’ demişken…

Ve söz Alevilikten ve ritüellerden açılmışken…

Giresun merkez Aksu Ağzında yapılan (Rumi hesapla) 7 Mayısta yapılan ‘Mayıs Yedisi’ (şimdi 20 Mayıs deniliyor) bu etkinliğin inanç öyküsüne de kısaca bir göz-atalım…

Sizlerin de bildiği gibi ‘AK’ sözcüğü temiz anlamına geliyor;

Karagöl Dağları gözelerinden ve Aksu Köyü yöresinden yola çıkan temiz su yolculuğu isim değişikliği yapmadan ‘Aksu Vadisi’ ve denizle buluştuğu yere ‘Aksu Ağzı’ dinelen yere kadar temiz geliyor ve daha sonra denize dökülüyor…

Aksu Deresinin çok temiz aktığına inanılmış olacak ki;

7 Mayıs şafağında güneş doğmadan ‘Peri Kızlarının’ dereye girip yıkanıyor…

Yıkanırken de dertlilerin deva bulması için suyun üzerine dualarını bıraktığına inanılıyor…

İnanıldığı içindir ki;

Koca bulamayıp evde kalan kızlar…

İkinci bir kocaya varmak isteyen dullar…

Çocuğu olmayan kadınlar…

Derdine ve hastalığına derman arayanlar…

Tıpkı peri kızlarının yaptığı gibi;

Güneş doğmadan Aksu Deresinin denizle buluştuğu ‘Aksu Ağzı’ denilen yerde (büyüklerin siper yaptığı çarşafların arasında) soyunarak Aksu Deresine giriyor…

Dualar ve temenniler eşliğinde başından aşağı KEŞKÜL (Susakla) yedi çift-bir tek su döküyor…

Yıkandıktan sonra ‘dileklerinin gerçekleşmesi’ için su dökündüğü ‘KEŞKÜLÜ’ Aksu deresinin akıntısıyla denize gönderiyor…

Sonra giyinip dışarı çıkıyor;

Yerden ‘yedi çift bir tek taş’ topluyor…

Topladıktan sonra arkasını denize dönüyor…

Ve topladığı çakıl taşlarını dileklerinin gerçekleşmesi için denize atıyor…

Ve bu iki inanç turu bittikten sonrada;

SAÇAYAĞINI üç kez başından geçirip, ayaklarının altından çıkarıyor…

Sıra geliyor Ada’yı dolaşmaya;

Bu kez de motorlara, kayıklara biniliyor;

Üç kez de Ada’nın etrafında dolaşılıyor…

İnanç ritüelleri ‘üçler’ ve ‘Yediler’ inancı uygulanarak tamamlanıyor…

Karagöl ile ilgili ‘arşiv sohbetimizi’ özetleyerek şöyle sonlandırmak istiyorum;

Doğu Karadeniz de en güzel yaylalar ve başından eksik olmayan dağlar, bizim il sınırları içinde olmasına rağmen bir türlü değerlendiremiyoruz…

Veya da değerlendirmesini bilmiyoruz…

Bu ‘Karagöl Dağları’ ve ‘Gölleri’ başkasının elinde olsaydı acaba nasıl değerlendirirdi?

Örneğin;

Yaz-kış başından eksik olmayan kar örtüsü üzerinde ‘Kayak Merkezleri’ kurar mıydı?

Birbirinden uzakta olan gölleri turizme açar mıydı?

Ulusal ve uluslararası ölçekte ‘Dağ Yürüyüşleri’ organizasyonları yapar mıydı?

Kısacası böylesi güzel bir doğayı işlevsiz bırakıp, tembel tembel yatırır mıydı?

Ben sanmıyorum…

Ve bununla birlikte;

Gelecek hafta bir başka ‘arşiv sohbetinde’ buluşmak üzere, şimdi sözü size bırakıyorum…

Kalın sağlıcakla…