'AL TAVANDAN BELLERİ' TÜRKÜSÜ

VE GÜFTE'DE SAKLANAN ÖYKÜSÜ

Türküler vardır;

Öyküsünün nerede ve neyi anlattığı bilinir...

Türküler vardır;

Neyi anlattığı bilinse de, yaşanan öykünün tam olarak nerede geçtiği pek bilinmez..

Tıpkı;

"Al tavandan belleri

Belle bellemeleri" türküsünün öykünsün bilinmediği gibi...

Yani;

Tam olarak hangi köyde ve yörede geçtiği bilinmiyor...

Arşiv kayıtlarına 'anonimdir' diye yazılıp geçiliyor...

Anonimde olsa;

Yıllardır severek türküsünü söylediğimiz...

Düğünlerde, eğlencelerde karşı-karşıya geçip oyununu oynadığımız türkünün bir öyküsü olmalı öyle değil mi?

Öyküsü yoksa; araştırılıp bulanmalı...

Bulunamadıysa; sözlerinden uyarlanıp yazılmalı...

Yani, türkü sadece sözleriyle, notalarıyla portre tellerinde asılı kalmamalı!..

Bu düşünceden hareketle;

Sizlere 'Al tavandan belleri' türküsünün sözlerinden uyarlama yaparak öyküsünü yazıyorum...

Öykü;

Bölgemizde derin vadilerin oluşturduğu yamaç bir köyde geçer...

Öykünün yaşandığı tarih;

Tahminen cumhuriyetin onuncu yılları filandır...

Neden bu yılları tahmin ediyoruz?

Bu yılları tahmin etme gerekçemiz;

Ünlü 'derlemeci' Muzaffer Sarısözen o tarihlerde Giresun'a geliyor...

Türkü notalara dökülüp, bestelendikten sonrada;

1937 yılında 'Al Tavandan Belleri' türküsünü Hafız Avni ÖĞÜTÇÜ 'Sahibinin Sesi' markalı 'Taş Plağa' okuyor...

Türkünün dizelerinde dile gelen öyküye gelince;

Söz konusu 'Yamaç Köyde' diğer köyler gibi tarımcılık yapar...

İlkyazda toprağa cemre düşer-düşmez, köyde canhıraş bir şekilde hareketlenme başlar...

Tarlayı bir an önce 'kazıp' havalandırmak için;

Köylerde birbirleriyle yarış edercesine bir koşuşturma başlar...

Serenti'de sakladığı kazmasını eline alan...

Tavan arasında sakladığı 'Bel' denilen tarım aletini omuzlayan tarlaya koşar... (Bu tarım aletini görselde paylaştım)

Şimdi gelgelelim 'Al Tavandan Belleri' öyküsüne;

Köyde Gülizar isimli çok güzel bir kız vardır...

Ve köyün bütün delikanlıları bu güzel kızın peşinde koşmaktadır...

Ancak ne var ki; Gülizar köyün yağız delikanlısı Murat'a sevdalıdır...

Aynı zamanda Murat'ta -herkesten saklarcasına- Gülizar'a yanıktır...

Ekonomik güç olarak ise;

Hem Gülizar'ın ailesi ve hem de Murat'ın ailesi köyün yoksul aileleri arasındadır...

Ancak;

Köyün en güzel kızı olduğu kadar, aynı zamanda çalışkan ve çok hamarat bir kızdır Gülizar...

Aynı yetenek ve çalışkanlık Murat'ta da vardır...

Hatta Murat;

Köyde marangozluk işlerinden anlayan tek kişi oluğu gibi, yörede onun üzerine ağaçtan 'Bel' yapan başka bir delikanlıda yoktur...

Uzatmayalım;

Kimselerin duymayacağı bir şekilde Murat, Gülizar'a sevdalıdır...

Gülizar'da kimselere çaktırmadan Murat'a yanıktır...

Her ikisi de birbirine sevdalıdır 'sevdalı' olmasına da;

O yılların kuralı ve yasası olan feodal gelenekler iki sevdalıyı yüz-yüze görüşmeye ve sohbet ettirmeye yasak koyar...

Yani o dönemdeki görüşmeler;

Fındık toplama ve ayıklama imecelerinde...

Tarla Belleme ve 'darı soyma' imecelerinde kalp atışları eşliğinde kaçamak gözlerle yapardı yavuklular görüşmelerini...

Her neyse...

Köy içerisinde Gülizar'la, Murat'ın birbirine yanık olduğunu kimseler bilmediği için, Gülizar'ın ailesi Murat'ı 'Tarla Belleme İmecesine' çağrılır...

Ve bu 'imeceye çağrılma' işine Murat çok mutlu olur...

Nasıl mutlu olmasın;

O gün, yüreğini yaktığı yavuklusu Gülizar ile birlikte tarlada saf duracak...

Kim bilir; belki tesadüfen de olsa Gülizar'la yan-yana olacak...

Belki de bir fırsatını bulun 'Gülizar seni çok seviyorum" sözünü fısıldayacak...

Kısacası;

Murat, imeceye gideceği günü iple çeker...

Ve geceleyin uzun-uzun düşündükten sonra da;

İmeceye giderken de, iki 'Bel'i' omuzlayarak gider...

Bu iki 'Belden' birisi kendi elleriyle yaptığı yeni bir 'Bel'dir...

Ve niyeti; bu 'Bel'i yavuklusu Gülizar'a hediye etmektir...

Geceyi bir yıl kadar uzun geçiren Murat;

Vaktinden çok erken varır İmecenin yapılacağı Gülizar kızın evine...

Ve Murat'ın omuzunda iki 'Bel' gören Gülizar'ın annesi sorar;

"Hoş geldin Murat oğlum....

Maşallah erken geldiğin gibi omuzunda iki 'Bel' var...

Sizden başka birisi daha mı geliyor yoksa imeceye? diye sorar...

Murat, önceden düşünüp hazırladığı yanıtı verir;

"Yok Zeynep Hala...

Benden başka gelen birisi yokta, belki lazım olur diye getirdim" der..

(Aslında niyeti; getirdiği bu yeni 'Beli' tarlada unutma rolü yaparak, yavuklusuna hediye etmektir.)

Zeynep Hala da; "Çok iyi düşünmüşsün Murat oğlum, belki lazım olur" diyerek, Murat'a memnuniyetini belirtir...

O gün;

Yaşlısı-genciyle 15 kişilik bir imece topluluğu olur...

Gülizar ise, Murat'ın yanında değil, küçük kardeşinin yanında saf durur...

Ancak zaman zamanda kimselere çaktırmadan, gizli-gizli Murat'a ve Murat'ın gözleri de Gülizar'a hapsolur...

Hele hele Gülizar'ın annesi;

"Kızım git testiyle taze su getir de imece hem soluklansın ve hem de bir yudum su içsin" dediğinde;

Hem Gülizar ve hem de Murat için o an 'bayram' olur!

Çünkü;

Gülizar, imecedeki herkese maşrapayla suyu kendi elleriyle dağıtıp tek-tek içirecek...

Ve sıra yavuklusu Murat'a gelince de, o zamana kadar çok uzaktan sevdiği yavuklusunu, ilk kez nefes-nefese yakından görecek...

Ve aynen de öyle olur;

Maşrapayla imecenin suyunu dağıtan Gülizar, sıra Murat'a gelince yüzü birdenbire kızarır...

Elindeki testi ve uzattığı maşrapa zangır zangır titremeye başlar...

Ve sonra göz-göze bakışırlar;

Sanki söze hiç gerek duymadan gözbebekleriyle anlaşırlar!

Sonra da "bir daha ne zaman görüşeceğiz" dercesine gözlerinin anlamlı bakışlarıyla ayrılırlar...

(DEVAMI YARIN)